Stefan Zweig’in utanç ve suç konularını sorguladığı, utanç ve pişmanlığın suçun neresinde olduğunu ve cezanın kefareti sayılıp sayılamayacağını ayrıca suç ve ceza ilişkisini sorguladığı uzun öyküsü “Korku” kitabını 1925’te yayınlamış. Kitap kısa olmasına rağmen muhtevası ve temas ettiği konular bakımından oldukça zengin ve hacimli. Kitapta Irene isminde burjuva hayatı süren evli bir kadının gönül macerası sonunda yaşadıklarını okuruz. Irene bir eğlencede tanıştığı bir piyanist gençle yakınlaşır ve bu durum ileri aşamalara kadar gider. Birgün piyanistin sevgilisi olduğunu söyleyen bir kadınla karşılaşır ve kadın ona şantaj yapmaya başlar. Bu olaydan sonra Irene yaptıkları karşısında derin bir pişmanlık duymaya başlar. Irene peşindeki kadının şantajları arttıkça eşine gerçeği itiraf etmek istemekte fakat buna bir türlü cesaret edememektedir. Bu noktada yazar bize artık bazı kavramları sorgulatmak istercesine Irene’nin yaşadığı acıları ayrıntılı olarak tasvir ve tahlil etmeye başlar.
Kitap her ne kadar ortaya bir olay koysa da ve sonu insanın yüzünde tedirgin bir gülümseme bıraksa da, kitap aslında pişmanlık, suçluluk ve ceza sorunsalını irdelemek istiyor. Bunu karakterlerin işleniş ve ele alınış şeklinden anlayabiliyoruz. Irene varlıklı bir ailenin kızı olarak yine varlıklı bir eş ile evlenmiş, tabiri caizse her şeyi tamam bir kadındır. Sürekli arkadaşlarıyla görüşüp eğlenmekte ve dilediği gibi para harcamaktadır. Roman boyunca çocuklarıyla ilişkisine bakılırsa onlarla pek ilgili olmayan daha ziyade kendi zevkleri ekseninde yaşam süren bir annedir. İnsanı canlandıran ve hayata tutunmasını sağlayan en temel şey belki de sorundur. Bu sorun dediğim şeyin içerisine insanın canını sıkan istediğiniz şeyi koyabilirsiniz. Irene için sorunsuz bir hayatın kendisi bir süre sonra problem olmaya başlamış, o fıtrattaki, dini kitaplarda meleklerin tanrıya itiraz etmesine sebep olan yıkıcı tarafı ortaya çıkmış ve yazarın oldukça etkileyici bir psikolog titizliğinde çıkarım ve düşünceleriyle anlattığı gibi huzurunu bile bile bozmak ve belki de o durağanlığa isyan etmek istemiştir. Piyaniste gerçekten aşık bile değildir ama o macera duygusunun büyüsüne kapılarak gencin peşinden gitmiştir. Kitapta yazar bu durumu şöyle ifade eder “Varlıklı, kültür bakımından kendisinden üstün kocası ve iki çocuğuyla tamamen mutluydu. Rahatlık, huzur içinde durgun varlığını sürdürüyordu. Ama havada bunaltıcılık veya fırtına gibi insanı tahrik eden bir misinlik varsa, mutluluğun da mutsuzluktan daha ayartıcı bir ılımlılığı olur. Ve bu mutluluk herhangi bir arzu ve isteğe sahip olmayan bir çok kadın için, süregelen bir mutsuzluktan daha felakettir. Tokluk insanı açlık kadar tahrik eder.”
Irene’nin eşi ise bir avukattır. Burada yazar özellikle eşi avukat seçmiştir. Kitapta bu sayede adelet mekanizmasının içersinden birisinin gözünden de suç ve ceza kavramlarını daha kapsamlı irdeleme imkanı bulur. Kocası sakin, kendinden emin, o da bir burjuva olmasına rağmen ölçülü ve zeki bir adamdır. Adeta o bir hakimdir ve karısı da onun ellerinde bir suçlu…
Zweig, bir insanın içine düştüğü pişmanlığın onun ruh dünyasındaki sarsıntısını araştırmış bu eserinde. Pişmanlık nedir? Yaptığının yanlışlığını anlamak mı yoksa elindekileri kaybetme korkusu mu? Peki pişmanlık duymak cezayı hafifletir mi gerçekten? Kitabın bir yerinde Irene’nin kocası Fritz eski bir olayla ilgili şunları söylemiştir; “Bugün masum bir insan mahkum edildi… Çünkü suç artık ona ait değildi. Aynı kişi olmasına rağmen ona göre başka bir insanı cezalandırmışlardı. Bu üstelik çifte ceza sayılırdı. Zira bu hırsız kendi korkusunun zindanında üç yıl geçirmiş, her an yakalanma huzursuzluğunu yaşamıştı.” Günümüz adalet sisteminde pişmanlık bir değer olarak dikkate alınmakta fakat işlenen suçun mahiyetine göre de ağırlığı değişmektedir. Fakat burada avukatın dediği şey çok ilginçtir. Pişman olan kişi tamamen arınmış mıdır? Bu, belki de insanlık tarihinin en kadim sorularından birisidir. Hz. Muhammed’in “Günahından tövbe etmiş kimse sanki hiç günah işlememiş gibidir.” demiştir. Avukatın sözleriyle paralel bir hadis. Adelet mekanizması insanların pişmanlık düzeyini söylemlerinden ve bazı somut davranışlarından başka bir kriterle tespit edemeyeceğine ve gerçek pişmanlığın insanın içinde olduğuna göre bu söylemleri temel alan bir adalet sisteminin oluşturulması ne kadar mümkündür, bilemiyorum. Ama suçtan sonraki süreçleri değerlendirmek açısından üzerinde durulması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.
Kitabın diline geldiğimizde, Zweig’in ustaca ruh tahlilleri ve bilinç altı okuması yaptığını görüyoruz. Betimlemeleri ve diyalogları oldukça etkileyici… Her satırda Zweig’in büyük bir yazar olduğunu anlıyorsunuz. Her ne kadar kitabı beğensem de sonunu çok daha farklı bekliyordum. Bunu da belirteyim. Ayrıca kitabın ismi korku değil de pişmanlık olsaymış daha mı öyküye yakışırmış bilemiyorum.
Zweig’in uzun öykülerinden birisi olan bu kitabı okumanızı ve özellikle ceza, pişmanlık, suçluluk ve affetmek kavramları üzerinde düşünmenizi tavsiye ederim.
Değerlendirmeyi video olarak izlemeyebilirsiniz: