Bir Salgın Felaketinin Hikayesi | Körlük | Jose Saramago

Ünlü yazar Jose Saramago’nun popüler eseri Körlük kitabını beraberce değerlendirelim. 

Jose Saramago Portekizli, dünyaca ünlü bir yazar. Yazar bu eseriyle 1998 yılında edebiyat dünyasının en prestijli ödülü olan Nobel Edebiyat ödülünün sahibi olmuştur.

Kitap basıldığı zamandan beri ilgi görmeye devam ediyor. Genel olarak okurları etkileyen ve okurların kitap beğeni listelerinin üst sıralarında yer alan çarpıcı bir eser aynı zamanda.

Kitapla ilgili daha doğrusu kitabın içeriğiyle ilgili anlatacak çok şey olunca daha fazla wikipedia’lık bilgi vermeye gerek yok diye düşünüyorum.

Ben kitabı Can yayınlarından okudum fakat kitabın son yayıncısı Kırmızı kedi yayınları. Can yayınlarının çevirisi beni rahatsız etmedi. Gayet düzgün bir çeviriydi.

Kitap 368 sayfa. Kendi çapında kalın bir kitap diyebilirim. 

Kitabın konusuna geçmeden önce diliyle ilgili bazı şeyler söylemeliyim. Kitabın oldukça özgün bir yazım dili var. Yazar kitabı yazarken paragraf kullanmamış ve diyaloglar da dahil her cümleyi sadece virgül ve noktalarla ayırarak ard arda sıralamış. Bu durum bazen okurken sizi yorsa da ilginç bir deneyim yaşadığınızı hissetmenin keyfini de almıyor değilsiniz. Yazar bunu neden yapmış, bu kitaba neler katmış derseniz net bir cevabım yok. Çünkü benim açımdan bu kitap normal bir düzende yazılsaydı da bende aynı etkiyi uyandıracaktı diyebilirim. Dille ilgili söyleyeceğim bir diğer durum da cümlelerin oldukça uzun olmasıydı. O kadar bağlı cümle var ki bir süre sonra cümlenin başıyla olan bağınız ister istemez zayıflıyor. Benim yazım tarzıma da biraz aykırı olan bu durum beni yer yer zorladı. Onun dışında yazarın edebi dili oldukça akıcı, düzgün ve tatmin ediciydi. Özellikle cümlelerin uzadıkça derinleşmesi diğer yandan cümlelerin uzunluğunu anlamlı kılan unsurdu. 

Anlatım şekline gelirsem, yazar gözlemci ağzıyla anlatıyor bize olanları ve sık sık felsefi görüşlerini cümlelerin arasına bir görünür anlatıcı edasıyla aktarmaktan çekinmiyor. Bu manada konuşmayı seven bir yazar olduğunu söyleyebilirim kitabına bakarsam. Olaylar ve zaman akışı doğrusal olarak ilerliyor. Genellikle karakter ve olay üzerinde ilerleyen anlatım yer yer dediğim gibi yazarın momologlarına bırakıyor yerini. Bu durum anlatımı zayıflatmadığı gibi bence güçlendiriyor da. Her ne kadar kıvamında kullanılmadığında eseri yoracak bir durum olsa da yazar burada ustaca çalışmış diyebilirim.

Gelelim kitabın konusuna; kitap nedeni bilinmeyen bir sebepten dolayı insanlar salgın şeklinde kör olmaya başlar ve bu körlük herkese bulaşır bir kişi dışında. Bu körlük insanların varolanın aksine bembeyaz gördüğü bir körlüktür. Yani kitapta da belirtildiği gibi bir süt denizinin içinde olmak gibi sadece beyazlık görülmektedir. Devam etmeden önce şunu belirteyim, kitapta bu körlük salgının neden olduğu, nereden geldiği ve insanlara nasıl bulaştığı ile ilgili hiçbir bilgi yoktur. Temas yoluyla mı yoksa görmeyen bir göze bakarak mı yayılmaktadır belli değildir. Bu kısım belli ki özellikle bulanık tutulmuş ve açıklanmamıştır. Yazar muhtemelen körlüğün sebebini daha felsefik bir olguya bağlamak istemektedir. Yani asıl verilmek istenene odaklamak istemiştir okuru. Bir konu daha var ki, herkes kör olurken bir kadının kör olmamasıdır. Sadece kadının kör olmaması durumu da yine kitapta muammadır. Yazar belki de anlatımı kolaylaştırmak ve tanrısal bir bakıştan ziyade, bir roman karakterinin gözleriyle bize aktarmak istemiştir olayları. Ayrıca birisinin görüyor olması olayların daha hızlı ilerlemesi için de yazarın elini güçlendirmiştir. Fakat bu sebepsiz olaylar bana biraz da kolaycılık gibi gelmedi değil. Evet Gregor Samsa’da yatağından bir böcek olarak uyandığında biz onun neden böcek olduğunu öğrenememiştik veya neden sadece o böcek olmuştu bilmiyorduk fakat orada Kafka okuru o kadar ustaca bir alegorinin içine sokuyordu ki, kimsenin aklına bu soruyu sormak gelmiyordu. Fakat bu kitapta ben defalarca sorduğumu hatırlıyorum neden sorusunu.

Konuya dönersek; salgın olduğu anlaşılınca hükümet ilk hastaları bir akıl hastanesi binasında tecrit ederek karantinaya alır. Fakat bu karantina o kadar acımasız ve duygusuzcadır ki insan neden hastalara böyle davranıldığını da anlamaz romanda. Adeta bir karantinaya değil nazi mülteci kampına gelmiş gibidir hastalar. Kitaptan anladığım kadarıyla insanlar bir diktatörlük düzeninde değiller. Bu yüzden hükümetin biranda saldırganca tutumu da biraz havada kaldı diyebilirim. Romanın anlatıldığı zaman belirtilmemiş fakat arabalar ve televizyonlar vs gibi aletler olduğuna göre bir teknolojik gelişmişlikten söz edilebilecek bir zamandalar. Kitap gelecek zamanda geçmiyor o da anlaşılıyor. Yine roman 1995 yılında yazıldığına göre cep telefonu ve internet de yok. Fakat mevcut imkanlarla daha insancıl bir karantina ortamının kurulmasına engel olacak hiçbir şey yok diyebilirim. Adeta deneysel bir şekilde insanların tabiri caizse hayvanlaşması için bir ortam oluşturulmuş ki, bu da bana mantıken biraz zayıf bir durum gibi geldi. Neyse karantinadaki insanlar zor şartlarda ve kör halleriyle yaşamaya çalışırken bir yandan da imkansızlıklar ve kısıtlı kaynaklar insanların modern zamanlarda edindikleri değerleri bir bir yok eder. Kibar insanlar kabalaşır, menfaat çeteleri oluşur, güçlü zayıfı ezmeye çalışır, insanlar ilkel güdülerini kontrol edemez hale gelir ve hijyen şartları sıfırlanır. Burada yazar üstün bir keşif yapmamış diyebilirim. Bu tema yani insanların zor şartlarda kişiliklerinin değişmesi, dediğim gibi modern özelliklerini yitirmesi birçok kez edebiyat dünyasında işlenmiştir. Yazarın bu kitabını ilginç kılan bu durumun kör bireyler nezdinde incelenmesi diyebilirim. İnsanlar ilkel güdülerinin esiri olmaya başladıkça, ki bir kısmı modern kazanımlarını korumaya çalışıyor elinden geldiğince ve kısmen de başarılı oluyor, yani Maslow’un meşhur ihtiyaçlar hiyerarşisi devreye girdikçe yürümekte zorlanan körlerin veya daha çarpıcı bir ifadeyle etraflarına pislemek zorunda kalan körlerin sürekli bir cinsel açlık içinde olması kitabın ilginç yerlerinden biriydi. Hayvansı bir çiftleşme güdüsüyle kim kime dum duma bir ortam tasviri biraz zorlamaydı diye düşünüyorum. Ayrıca bu kadar birleşme yaşanırken ve altı ay kadar bu karantina da kaldıktan sonra hiçbir hamilelik ve doğumun olmaması da kitabın eksik mantıklarından birisi diyebilirim. 

Kitap, gören kadının liderliğinde bir grup körün yaşam mücadelesini ele alıyor. Tabi bu süreçte biz insan doğasına da bir yolculuk yapıyor insanın üzerine bir kıyafet gibi geçirdiği evcil davranışları nasıl tek tek sıyırıp ilkel ve vahşi güdülerinin kurbanı olduğunu okuyoruz. Kitap çok beğenilmiş ve ilgi görmüş bir kitap ki hala da bu beğeni ve ilgi devam ediyor. Herkes kitabın bir şeyleri anlatmak için bu alegorik tarzı benimsediğinden bahsediyor. Kimisi insan psikolojisi diyor, kimisi kapitalizm, kimisi dikatörlük, kimisi modern dünya eleştirisi olarak ele alıyor, kimisi insani değerlerimize karşı gözlerimizin kapalı olduğunu anlatmak istediğini söylüyor. Evet hepsi doğru bence. Aslında düz duvara baktığınızda da bir çıkarımda bulunabilir, felsefi derinliği zorlayabilir veya dersler alabilirsiniz. Ben bunları çok önemsemedim diyebilirim. Kitap da beni böyle bir çıkarıma itmedi zaten anlatım olarak. Daha ziyade kör olsaydık ve bir felaket gelseydi başımıza neler olurdu acaba, sorusunun cevabını okuduğumu hissettim. Hani vardır ya bir şeyi iyi yaptığında bir de gözün kapalı yap bakalım derler öyle gibi. 

Kitap anlatım olayın dikkat çekici ve heyecanlıydı. Yani akıcı ve canlı bir kitaptı. Keyifle ve ara vermeden okudum diyebilirim. Kendince bir tarzı ve üslubu vardı. Bu da kitabı benim gözümde daha değerli kıldı. Hem yazım şekli hem de isimsiz karakterler, zamansız zaman, belli olmayan coğrafya, anlaşılamayan hastalık gibi bulanık alanların fotoğraftaki objeye odaklanıp diğer yerlerin bulanıklaşmasına benzettim yer yer. Fakat kitabın ilerleyen kısımlarında bir walking dead kitabı okuduğumu hissetmedim değil. 

Aklıma geldi, yine kitap ile ilgili farkettiğim ilginç bir şey söyleyeyim, gözleri şaşı çocuktan başka hikayede hiç çocuk olmaması da oldukça garip ve yine mantık çelişkisi bir durum diye düşünüyorum. Bazısı yazar bunları bilerek yapmış hepsi bir mesaj barındırıyor diyebilir. Ama bir şeyi yapacaksa yazar ya açıklamalı ya da sezdirmeli. İkisi de yoktu ben mantık hatası olduğunu düşünüyor. 

Son söz; 

Konuyu olarak bilineni farklı soslarla ilgi çekici bir sunumla önümüze sunulmuş bir yemeğe benzettim. Böyle konular hep insanın ilgisini ve merakını cezbeder. Yazar bunu güzel kullanmış diyebilirim. Dilini beğendim, anlatımı çok güzeldi. Buna rağmen abartıldığı kadar olmayan bir kitap olduğuna kanaatine vardım. Buna rağmen okunası bir kitap. Keyifli zaman geçirmek isteyenler için tavsiye edebilirim. 

Bu kitap değerlendirmesini Youtube Kanalı’mdan izlemek isterseniz;

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s